Tuz kavanozunun dibinde az biraz tuz kalmış.
Az ama… almak için elimi daldırdım, el kaldı kavanozda.
İyi mi…?
Çek çek… çıkmıyor.
Bilgi dedi “elini sakatlayacaksın, şimdi uğraşma yemekten sonra bakarız çaresine”.
İşe bak, sofraya oturdum, sol el kavanoz.
Ama ben solağım, nasıl olacak bu iş?
“Yavaş yavaş yaparsın, millet neler yapıyor” dedi.
La havle… Millet neler yapıyormuş?
Sağ elle çatal tutmak da ne zormuş.
Kavanozu koydum tabağın soluna. Bir ara kulağım kaşındı, koca kavanozu kulağa götürmeye kalktım… şıngıl şıngıl… tuzlar şıngıldıyor.
Anladım ki, kavanoz kulak kaşımıyor.
Hemen öğreniyor insan.
Burun hiç olmaz…!
Tuz dediysem öyle bildiğin tuzlardan değil… Sivas İmranlı’dan, dağın tepesindeki bir minik tuzladan çıkan, acayip zengin ve lezzet kumkuması bir tuz.
İri iri kristaller halinde, bir parça dilaltı al, dört gün canlı yayın yapıyor tüm bünyeye.
Acayip, acayip bir şey….!
Gırgır şamata bitirdik yemeği.
“Bu elle bulaşık yıkayamam” dedim.
Sıkı mazeret… Bir köşeye ilişip çekiştirmeye başladım kolu, çek çek olmuyor, çek çek olmuyor … bilek kızardı, lakin mutlu bir geleceğe dair kavanozdan umut yok.
http://www.felsefetasi.org/kavanoz/
Sonucu merakla bekleyeceğimiz bir yazı olmuş...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder