26 Ocak 2013 Cumartesi

Nazan BEKİROĞLU-Mor Mürekkep




Nazan BEKİROĞLU-Mor Mürekkep

Altı Çizilmiş Satırlar

Cemil Meriç, “sanat aşka benzer” diyor, “ikisi de kandırmaz susatır.” Öyle diyorsa öyledir; ama bir büyük farkı gözden kacırmamalı: Aşk bencildir, kıskanç; sanat diğerkâm. Aşk özeldir, paylaşılmak istenmez sevgili. Sanat, o paylaşılmak istenir. İyi müziğin, iyi resmin karakteristiğidir yanındakini dürtmek: Bak ne güzel! Elimizde bir kitap, onu okutacak başkalarını ararız. Beğendiğimiz filmi başkaları da görsün ve sevsin isteriz.

Onun için çizip dururuz altını okuduğumuz satırların, bizden sonra okuyacaklara bir sesleniş: Bak senin için çizdim altını şu satırların. Bak!

Ancak bu çiziş, farklı bir yolculuğun da başlangıcıdır aynı zamanda. Çünkü altı çizilmiş her satır böylece kendi bütünlüğünden çıkmış ve bir daha geri dönse de farklı bir yükle yüklenmiştir artık. Kendi ruhumuza dair yeni bir okuma, dahası yeni bir yazma. Alın işte, ben bu satırların altını çizdim. Yani böyle okudum bu kitabı. Farklı bir bütünlük, yeni bir yolculuk. Çünkü bu kitabı okuduğum şu sıralarda ben böyleyim. Böyle bakıyorum dünyaya. Ve kendi kendimin izini sürüyorum sizin satırlarınızda. Ama aynı kitabı bir daha ki okumamda ayni satırların altını çizeceğimi hiç garantileyemem. Demek aynı kişi tarafından farklı zamanlarda okunan aynı bir kitap, okuyan eğer farklı iki kişiyse, farklı iki kitaba dönüşebiliyor. Güzel.

Bunu bir kere fark edince herhalde artık yazar, kendisine satir altları bizzat tarafından çizilmiş bir nüsha ayırdıktan sonra kitaplarını dağıtıma vermelidir. Ve sonra kendi altı çizili satırlarıyla hoşça bir uyum içinde olan okuyucu nüshasını aramaya çıkabilir. Buldunuz mu? Uyuşuyor mu? İşte okuyucunuz, ondan asla vazgeçmeyin. Sinderella’ nin camdan pabucu, birisinin ayağına uyacaktır nasıl olsa. Ya da zavallı kız, ocağın külleri karşısında. Ayağına uyacak bir cam pabuç? Kapı mutlaka calınacaktır, mutlaka. Masal böyle.

Masalı boş verin; Tarkovski Mühürlenmiş Zaman’ın Giriş’inde “Bir kez olsun aynı şeyleri hissetmeyi başarabilen iki insan birbirini hep anlayacaktır.” diyor, “Bunlardan biri buzul, diğeri ise isterse atom cağında yaşamış olsun.” Abartılı mı? Kitapların satır altlarını çizmekle eşanlamlı az daha abartmayla.

Verin kitaplarınızı sevdiklerinize, arkadaşlarınıza, dostlarınıza (satir altları çizili nüsha sizde kalsın.) Başlasın satırların altını çizmeye. Sonra karşılaştırın sizdekiyle. Eğer altı çizili satırlarınızın en az dörtte dördü birbirini tutmuyorsa terk edin onu. Ya da izin verin o sizi terk etsin.

Bırakın sevdiklerinizi, dostlarınızı bir yana, kendinizi sağlayın zamanın tezgahında. Siz. Bakalım o siz misiniz? Alin elinize bir yıl evvel okuduğunuz kitabı. Başlayın yeniden çizerek okumaya. Bitirdiğinizde eğer satır altları çift çizgiyle çizilmis oluyorsa siz o bir yıl önceki sizsiniz demektir. Yok eğer tek çizgiler uzanıyorsa satır altlarında, siz o bir yıl evvelki siz değilsiniz. Peki bunun yorumunu kim nasıl yapsın? Arada çeşitli yüzdelerle ifade olunabilecek bir yığın ihtimal vasati, bakin şöyle:

Aynı kitabı yeniden okuma, tek çizgili satır altlarını çift çizgili satır altlarına dönüştürmekten ibaret bir okuma anlamına geliyorsa, a- Hep ayni kaldınız, b- Çoğalamadınız hiç, büyüyemediniz, c- Yenileyemediniz kendinizi, d- Kendinize bir şey ekleyemediniz, e- Tebrikler, kendinize sadıksınız, f/g- Hepsi / Hiçbiri.

Ama ayni kitabi yeni okuma, tek çizgiyle çizilmiş satır altları armağan ediyorsa size, yani o okuma bu okumayı tutmuyorsa: a- Değiştiniz, b- İhanet ettiniz kendinize, c- Eksildiniz, tükendiniz, terk edin kendinizi, d- Tebrikler, yenilenmişsiniz, e/f-Hepsi/Hicbiri. Neyse! Artık bunların hesabını herkes kendisi çıkarsın. Kayıp ve kazanca karar verecek olan sizsiniz.

Lakin korkarım yazar nüshası, o, hiçbirine uymayacak. Farklı vurguda nüshalar üretilecek biteviye. Cocteau diyor; halk bir sairi onu ancak yanliş anladığı için sever. İyi işte. Zaten şiir de, roman da, hikaye de, okuyucuda daha evvelden mevcut yaşantıların yeniden yaşanılır kılınabilmesi değil mi? Kişi romanı ancak kendi tecrübesine göre okumuyor mu (John Gross). Ülkeler de kitaplara benzemiyor mu, kitaplara ve insanlara; onlarda da aradığımızı bulmuyor muyuz sadece (Cemil Meriç). Neticede okuyucu sadece kendi bildiğini okumuyor mu? Yazar ne yazar!

Kuskusuz satır altlarını çizerek okuma bir yazara yapılacak en buyuk haksızlık. Onun çizdiği güzergahın dışında bir yolculuk. İşaret ettiğinin dışında bir fark ediş. Bir yanlış anlama dahası. Ama aynı zamanda bir yazara verilebilecek en buyuk armağan da satır altlarını çizerek okuma. Eco diyor ya; bir yazarımutlu edebilecek şey, metninde kendi düşündüklerinin fark edilerek okunmasıdır; bundan daha fazla mutlu edebilecek şey ise, yazdıklarında kendi düşünmediği ama okuyucu tarafından önerilen şeylerin varlığını fark etmesidir diye. Kim kendi hikayesinden aynı sözcüklerle farklı ve yeni bir hikaye çıkarılmasina itiraz edebilir ki?

Sahi siz ne yapıyorsunuz şu altını çizdiğiniz satırları? Kabul buyrun lütfen, ben bugünlük sizle paylaşacağim:

“Kalk gidelim seninle şu bahar ikindisi, kalk gidelim geçip bu kenti boydan boya, bak konuşalım seninle, her şeyden, yasama sevinci bu, bak…”, M. Duras, Yesil Gozler.

Nazan Bekiroğlu / Mor Mürekkep

Hiç yorum yok: