13 Nisan 2013 Cumartesi


Dünyanın fotoğrafı 3 Euro'ya çekilir mi?

2010’da doğaçlama usulü başlayan bir proje... Bir direğe bağlanan ve hiçbir güvenlik önlemi olmaksızın öylece bırakılan makinalar ile tanımadığımız kişilerin mekanı fotoğraflamaları beklenir... ‘Urban Snapper’ macerasını Gözde Şarlak ile konuştuk.

Gülin Rahvancı
ntvmsnbc

Güncelleme: 16:55 TSİ 04 Ekim. 2012 Perşembe
İSTANBUL - Berlin’de filizlenen, 3 yıla yakın sürede 25 kente yayılan bir projeden bahsediyoruz. Marketten 3 Euro’ya alınan kullan-at fotoğraf makinalarından çıkan ipuçlarını takip ediyoruz. Kamusal alan, fotoğraf ve kişisel deneyimlerin kesiştiği meydandayız...
Urban Snapper, yani ‘Kenti Şipşaklayanlar’ projesinin yaratıcıları Şehir Plancısı ve amatör fotoğrafçı Gözde Şarlak ile İngiliz Mimar Nick Green’in yolları, Berlin’de kesişir. Her gün kullandıkları mekanların diğer kentliler, turistler ve farklı kullanıcıların gözünden nasıl göründüğünü merak ederler. 2010’da doğaçlama usulü başlayan proje bugüne kadar gelir. Seçilen kamusal mekanlarda bir direğe bağlanan ve hiç bir güvenlik önlemi olmaksızın öylece bırakılan makinalar ile tanımadığımız kişilerin o mekanı fotoğraflamaları beklenir. Burada hem o mekanın farklı anlamlarının izi sürülmekte, hem de kentin kullanıcıları arasındaki güven test edilmektedir.
Urban Snapper projesinin çıkış noktası neydi? 
Kişilerin yaşadıkları ya da ilk kez ziyaret ettikleri bir kentin farklı mekanlarını nasıl algıladıklarının, o mekanların kişisel deneyimi nasıl yönlendirdiğinin fotoğraf ile belgelenmesi. Snapper, öznel deneyimleri kullanan bir araştırma aracı.
Projenin fikir babası, Raumlabor Berlin’de birlikte çalıştığım Nick Green. Raumlabor’da yaptığımız projelerde, edilgen kentlileri çevrelerini şekillendirmede daha etkin hale getirmeyi hedefliyoruz. Bunu da esnek, yumuşak, oyuncu bir şekilde uyguluyoruz. Ve en önemlisi, güven olmadan kentlerin varolamayacağını savunuyoruz. Tüm bunlardan yola çıkarak şöyle düşündük: Berlin’de yaşıyoruz. Burası farklı düşünceleri, farklı grupları bir arada barındıran bir metropol. Bu insanlar aynı mekanları kullanıyorlar, ancak kullanımlar, oraya yükledikleri anlamlar çok farklı.
Mesela? 
Mesela, ofisimizin olduğu Schlesische Straße bizler için ofisten çıkıp evimize ya da yemeğe giderken kullandığımız bir transit alan. Fakat, üzerinde Club der Visionaere ve Astra gibi Berlin’in ünlü kültür merkezleri ile birçok bar ve restaurant olduğu için turistler tarafından yoğun olarak kullanılıyor. Bundan yola çıkarak projeyi ilk uyguladığımız mekan bu sokak oldu.
Peki, proje nasıl işliyor? 
Rossmann denen bir marketten 3 Euro’ya bir kullan-at fotoğraf makinası satın aldık. Makinayı sokaktaki bir elektrik direğinin üzerine bağladık ve herhangi bir güvenlik sistemi olmaksızın öylece bıraktık. Makinayı orada bulabilecek miydik? İnsanlar onunla ne yapacaklardı?



Almanya, Berlin - Uruguay, Montevideo


Makinayı bıraktığımız gibi geri bulduk, 24 pozun tümü doldurulmuştu. Filmi banyo ettirdiğimizde, içinden çıkan fotoğraflar bize düşündüğümüz şeyi gösterdi. Biri Astra’da o gün hangi konser olduğunu gösteren tabelayı çekmiş, başka biri köşedeki Portekiz restoranını, diğeri arkadaki bilboardları... Dolayısıyla, o mekanı 360 derece görme fırsatı yakaladık, insanların kendi perspektiflerine göre neyi kaydetmeye değer bulduklarını analiz etmiş olduk.
Berlin’den sonraki adımlarınız ne oldu?

Prag’da yaşayan bir arkadaşımızı ziyarete gittiğimizde, şans eseri yanımızda bir makina vardı. Orada da makinayı bağladığımız yerde bulduk. Arkadaşımızın evi Prag Kalesi’nin tam karşısında. Sonuçlara baktığımızda buranın – tam da tahmin ettiğimiz gibi- sadece turistler tarafından kullanıldığını gördük. İnsanların kendilerini, birbirlerini ya da Kale’ye çıkarken kullandıkları motorsikletleri çekmişler. Örneğin bir çift birbirlerinin elini tutmuş ve onun fotoğrafını çekmiş. Genelde ‘anı fotoğrafçılığı’ söz konusu. Oysa ki orada harika bir manzara var, Kale var. Kimse bulunduğu noktadan bunları farketmemiş. Demek ki burada ‘mekan algısından’ bahsetmek zor. Burası bir meydan ancak insanların çevresini yeterince deneyimleyebileceği şekilde kurgulanmamış; Berlin’deki örnekten farklı olarak, turistler için de yalnızca bir transit alan.


Nick, Londra’da da bir deneme yaptı. Bir gün boyunca South Bank’ta bıraktığı kamera ile tek bir kişi bile etkileşime geçmedi. Bu da Londra’daki hayatın dinamiklerine yönelik önemli bir gösterge.


Londra ve Oxford


2012’nin başlarında şöyle düşündük, Raumlabor çok-uluslu bir ofis. Etrafımızda bunca farklı ülkeden insan varken, neden onlara birer kamera göndermiyoruz da, dünyanın bir fotografını görmüyoruz?
Hangi ülkelere makina gönderildi?
Toplam 25 ülkeye gitti. 8 Avrupa ülkesi, Meksika, Uruguay, Avustralya, Kanada, Japonya, Brezilya, Kazakistan, Hindistan ve diğerleri...



İspanya, Madrid

Amerika’ya gönderdiğimiz 4 makinanın 3’ü çalındı. Çin’e de gönderdik ancak oradaki arkadaşımız siyasal çekinceler nedeniyle makinayı asmaya cesaret edemedi.

Uruguay, Montevideo


Ve ben İstanbul ayağını gerçekleştirdim.
İstanbul’da işler nasıl gitti?
Nisan ayında projeyi Tünel Meydanı’na girişteki Hollanda Konsolosluğu’nun önünde uygulamaya karar verdim. Fakat ben -belki bir önyargı ile- Berlin ve Prag’daki gibi makinayı bırakıp gidemedim. Bağladığımın ikinci dakikasında, çöpçüler makinayı garip bakışlarla incelemeye başladılar. Bununla orada ne yaptığımı sordular. Onu oradan çıkaracaklarını, ya da polisin gelip ilgileneceğini söylediler. Bunun bir öğrenci projesi olduğunu söyleyip, onları zararsız bir iş yaptığımıza ikna ettik.
Aslında burada şöyle bir sorun oluştu: Urban Snapper bir kit’le birlikte geliyor. İnsanları onunla ne yapabileceğinize dair bir nebze yönlendiriyor, bilgilendiriyor. Altında kullanıcıya mesajlar veren bir manifesto var; ‘Çekinme’ yazıyor, örneğin. Fakat bu yazı İngilizce. Ben de ilk başta bunu Türkçe’ye çevirmem gerektiğini akıl edemedim ve makinanın yanında gözcülük yapmak durumunda kaldım. Çok değişik sonuçlar elde ettik. 30 yaşındaki bir turist, 70 yaşındaki bir evsiz, 23 yaşındaki sevgililer, 12 yaşında okula giden bir çocuk, çöpçüsü, polisi, herkes orayı bir nedenle kullanıyor. Biri sokaktan geçen müzisyenin fotoğrafını çekti, öbürü omzunda maymunla gezen bir adamınkini.
Mesela, şehir plancısı olduğunu öğrendiğim genç bir turist, etrafına hiç bakmadan makinanın bağlandığı elektrik direğinin üzerindekii 5 farklı dilde yazılmış kiralık ev ilanını çekti. Onun için, mekanın özelliğini özetleyen öğe, o 5 dilde yazılı ilan idi.


İstanbul


Ortaya çıkan sonuç, İstiklal Caddesi’nin dinamizminin birebir tasviri oldu. Burada yaşayan biri için bu genelgeçer bir bilgi, ancak, projenin farklı ülkelerde de yapıldığı düşünüldüğünde, bizi çok mutlu eden kareler elde ettik.
Mekan seçimlerinde belli bir kriter benimsediniz mi?
Mekan seçimi ilk başta raslantısaldı. Çalıştığımız ofisin önü, arkadaşımızın evinin önü gibi o anda üretilen fikirlerdi. Sonrasında da, makinayı gönderdiğimiz yerlerdeki insanlar, makinayı koyacakları alanı seçmekte özgürdüler. Sonuçta bu kişilerin kendi yaşadığı kente dair bir öngörüsü, örtük bilgisi olduğunu da ön kabul olarak alabiliriz. Amacımız zaten başarılı ya da başarısız bir sonuç elde etmek değil. Önemli olan süreci yakalamak, dünyanın 25 farklı yerinde kamusal alan kullanımını, farklı iklimlerde, farklı kültürlerde günlük hayatın nasıl yaşandığını, çevredeki anıtsal yapılar ya da rutin yapılı çevrenin insan algısını nasıl etkilediğini gözlemlemek...
Tüm kentlerden sonuçlar geldikten sonra, bu veriler nasıl kullanılabilir? Şimdilik 10 kentten gelen fotoğraflar banyo edildi. Diğerleri beklemede... Projenin çıktıları, örneğin Coğrafi Bilgi Sistemleri yardımıyla dijitalleştirilebilir, bir kentteki kamusal alanların, bir sokağın, bir kesişim noktasının, sosyal hayatın kesit analizi yapılabilir Farklı kentsel dokular arasındaki benzerlikler, farklar ortaya konabilir.


Almanya, Karlsruhe -Portekiz, Coimbra


Fotoğraf, kimisi için yalnızca bir resim, kimisi içinse anın yakaladığın bir kanıt. Kent çalışmaları için ise, mekanı anlamak için kullanılan bir araç. Fotoğrafları birebir o mekanın kullanıcılarının çekiyor oluşu ise onların kişisel perspektifleri, orada bulunma süreleri, amaçları gibi bir çok konuda ipucu veriyor.
Bunun yanısıra bu projenin beni en çok heyecanlandıran kısmı, tek bir fotoğraf makinasının kentsel mekanı paylaşanlar arasında çok da alışık olmadıkları bir çeşit iletişim aracı haline gelmesi; iyi işleyen ve içinde bulunmaktan memnun olduğumuz kamusal mekanlarda karşılıklı güvenin hissedildiğinin kanıtlanması...


Portekiz, Averio – Kanada, Vancouver

Urban Snapper’ın meyvelerini ‘urbantoychest.wordpress.com’adresinden görebiliyoruz, gelişmeleri de oradan takip edilebilir. Peki ya başka projeler?
Berlin’de başladığımız başka bir proje daha var, Bu yıl ilki gerçekleşecek olan İstanbul Tasarım Bienal’inde gösterilmek üzere Ekim ayında İstanbul’da olacak. Projenin adı ‘Kopfkino’. Kopf kafa, kino ise sinema anlamına geliyor. Tek bir kelime olarak kullanıldığında ise, kişinin kafasının içinde istemsizce beliren, hayal gücünün yarattığı imgeleri tanımlıyor. Biz bunun provokatif anlamını kullandık. Projenin temel amacı kentlilerin görünür kılınmasıyla ilgiliydi. Obje etrafında olup bitenleri bir kamera ile algılayıp etrafındaki mekana 10 kat büyük bir şekilde yansıtıyor.
Kamusal alanı sahne olarak görüyoruz, kentliler ise bu süreçte baş rolde. Tasarladığımız objenin kontrolü tamamen kullanıcının elinde. Bu şekilde, kentlilerin kamusal alandaki hareketlerini ve rollerini anlamak ve paylaşmak açısından oldukça geniş sınırları olan bir alan tanımlıyor. Objenin gece kullanılır olması ise farkındalık düzeniyi bir adım öteye taşıyor.

Hiç yorum yok: