Bu aralar duyduğum en güzel söz "Yaz Ramazanı" sözü.
Sanki geceleri ılık ılık esen bir rüzgar var ve kimse uyumuyor.
Herkes bir arada...
Birlikte yemiş, içmişsin, ibadetini, sohbetini yapmışsın ve sabah saatlerinde herkes evine çekilmiş dinleniyor.
Bu ramazan benim için zorunlu nedenlerle dışarıya çıkmamışsam eğer hep evde bütün pencereler açık evin içinde hafiften rüzgar olan ve güneşin içeri girmesini engelleyen koyu renk perdeler yüzünden loşlukla geçiyor. Hafiften tavuk durumu...
Onun için de ibadet arası verip uyumak kaçınılmaz oluyor. Bu da bazılarının dediği gibi ramazan orucunu yatağa tutturmak gibi bir şey oluyor ama başka da zaman geçmiyor.
:)
Günler uzun, hava sıcak ve şurada kalmış on gün derken bu ay da geçip gidecek işte...
:)
Ben küçükken yaşamıştık bir de "Yaz Ramazanını..."
Babacıııım rahmetli ne çok etkilenirdi.
En sıcak günlerde iş yerini erkenden kapatır bana da
"-Betül kızım hadi susam külahıyla bir tane yumurta al gel evden de fırına gideyim." Derdi.
Ben koşa koşa eve gider - ki o zamanlar annem tarafından oruç tutmam yasaklıydı nedeni de dayanamazmışım- evden susam külahını ve yumurtayı alır dönerdim yanına.
Daha ramazanın ilk günü eve kiloyla getirilen susamı babam özenle saatli maarif takvim yapraklarından yaptığı minik külahlara paylaştırır her gün bir tanesini kullanırdı.
Cebine attığı bir külah susam ve yumurta ile çarşıdaki fırına gider ve kucak dolusu sıcacık, incecik susamlı, yumurtalı pideyle eve gelişini izlerdim.
Gazeteye sarılırdı o zamanlar pideler... Ne lezzetinde bir kayıp, ne de gazeteden bir koku hissedilirdi.
Hiç biri olmazdı.
Zaman zaman sıcaktan ne yapacağını şaşıran (canım benim nur içinde yat canım babam) eve gelir, biraz uyur, sonra kalkar ve balkon yıkamaya girişirdi. İnce uzun bir balkonumuz vardı. Her ne kadar biz yıkamış olsak da babam illa ki hortumu alacak, balkonu yıkayacak, doldurduğu iki kovanın içine ayaklarını daldıracaktı. Annem her zaman itiraz ederdi.
-Aman ne olur şu paçalarını kıvır...
Babamın verdiği cevaba ise hep gülerdik.
-Hayır paçalarım ıslak olunca hemen kurumuyor serinliği devam ediyor...
...
Ne güzelmiş "Yaz Ramazanı" anı dolu...
Ama o yıllarda geçen ramazan ayındaki anıları saymakla bitmez...
Bir gün Rahmetli yine iş yerini erken kapatmış ve iftara yetişeceğini söyleyerek gitmişti. Bekle bekle gelmez, arayacak bir yer yok, iftar yaklaşmış şimdiki gibi anlık iletişim nerdeee...
Her neyse tam iftar öncesi çıkıp gelmişti.
Elinde bir torba dolusu turp canı istemiş almış gelmiş.
Arkadaşlarıyla şehre yakın bir pınar başında oturup ayaklarını suya sallamış ve gelirken de bu turplardan almış.
Hayır insanın canı tatlı ister, börek ister, güzel bir yemek ister ama benim Babacıımın canı turp istemiş...
Oyyyy... Daha neler neler bir keresinde de naylon gibi, keçe gibi, tuhaf dokunuşlu ve bırakın odayı bir camiyi döşeyeceğiniz büyüklükte bir Almanya halısı alıp gelmişti... Mavisi parlament tonunda ortasında turunculu sarılı bir göbek motif ve kalitesiyle!!! canımızdan bezdiren bu halıyı götürmesini ve bir daha kesinlikle getirmemesini söylemek işi yine anacıııma düşmüştü... :)))))))))))
Ahaaaa... Aslında "Yaz Ramazanı" hep eğlenceli geçen bir aktiviteydi benim için. Misafirler davet edilir, sahura kadar balkonda oturulur, eskiye dair anılar anlatılırdı.
Çoğunlukla misafirler gönderilmeyip sıcak sıcak sahura hazırlanan ocak bükmeleri, hamur işleri, vişne hoşaflarıyla tıka basa yenilirdi.
O neşe, o güzellikler galiba şimdi reklamlarda var sadece...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder