20 Aralık 2020 Pazar

Pazar Pazar...


Nereden geldiyse aklıma bu oyuncak bebek dün akşam fotoğrafını bulup kaydedip yatmışım.
E bugün de onunla ilgili bir yazı yamak şart oldu tabii ki.

:)

Ben akran olup da bu bebekten olmayan yoktur sanırım. 
Baya basit bildiğimiz naylon bebek...
Kalitesiz bir plastikten yapılan saçları bile aynı plastik üzerinde kabartma şeklinde olan, kaşı, gözü, dudakları bir boyayla sabit naylon bebekten bahsediyorum.
Ne giysiler giydirirdim, ne kundaklara sarardım aaahhh ah.
Bir tane bebeğim vardı daha başka bir sürü oyuncağım da vardı ama o bebeğim bir taneydi. 
Gerçek insan bebeği boyutlarında.
Kendim bir anne boyutunda değildim ama bir anne titizliğinde üzerine titrerdim. (Gerçi o yaştaki çocuklar daha kendileri çocuk, bebeklerle bu kadar annelik duygusu aşılamak iyi midir, kötü müdür bilemediğim bir şey ama o anaç duyguların gelişmesi için tetikleyici bir sebep oldu sanırım.)
Her neyse benim bebeğim çok nazlıydı göbeğinde yuvarlak bir düdükle önce yüzüstü sonra sırtüstü çevirince düüüüt diye ağlama sesine benzer bi ses çıkarırdı. 
Eski bohçalar, annemin toz bezi olsun diye ayırdığı eski atletler, kazaklar, kumaş parçaları benim bebeğimin giysileri ve kundağı olurdu.
Ağzına ve altına birer delik açmıştım :)))) su döktüğümde bezi ıslanır ve ben de tüm marifetli anneler gibi bezini değiştirirdim. 
Yalnız kalmayı çocukluğumda çok severdim ince, uzun balkonun köşesi iki taraftan kapalı olunca diğer tarafına da perde tutturup bir kapı girişi yapmıştım orası benim evim, odam, dünyam olmuştu.
Bir demirden diğerine kurduğum salıncakta hem kendim uzanır yatardım, hem de kucağımdaki bebeğim.
Şimdi düşünüyorum da kendi kendini oyalamak farklı bir meziyetmiş. 
O zamanlar aldığım hazzı anlatmak için kelimelerin gücü yetmiyor.
Diğer oyuncaklarım dedim de özelliklerinden hiç bahsetmedim. Demir metalden yapılmış sanırım yurt dışından getirilmiş, bir şekilde de annem onu satın almış, fırın gözünün kapağı açılabilen bir adet kuzinem vardı beyaz. Üzerindeki askılarda kevgir, kepçe, servis kaşığı, servis çatalı dururdu. Minik minik alüminyum tencerelerim vardı kapaklı. Bir masa ve dört sandalyesi vardı ve ayrıca büyük bir ahşap karyola. Üzerindeki yatağı yün doldurulmuş, kaneviçe işlemeli çarşafı, ince uzun bütün yastığı, annemin özenle diktiği yorganı ile sanırım 30x30 boyutlarında bir karyolaydı o. Plastik kapaklar, başka oyuncak olabilecek her şeyim vardı ama bebeğim gibisi yoktu :) en çok onunla vakit geçirmişimdir çocukluğum boyunca.
Günler o çocukluk yaz günleri... Çok uzuuuuun uzun geçerdi. Şimdiki gibi göz açıp kapayıp hoop Pazartesi, hoop Cuma olmazdı.
Okul olduğu zamanlar değil ama yaz tatillerinde ben Pazar günlerini daha çok severdim sanki. Tüm gün zamanlar ve hayaller benimdi.
Düşünüp, hayallerimizi kurduğumuz dünyamızın bozulmaması ve bizleri hayal kırıklıklarından uzak tutacak her şeyin gerçekleşmesi dileğimle.
Sevgi, selam ve selametle
Pazar günlerimiz güzel geçsin...

***


Ve çok büyük hayranı olduğum 
Haluk Bilginer...

"Böyle Bir Kara Sevda..."
Diyor dinleyelim.
Harika söylemiş gözlerim kapalı dinliyorum şu an... :)

Hiç yorum yok: